İran'ın nükleer programı, 2018'de ABD'nin anlaşmadan çekilmesiyle yeniden dünya gündeminin merkezine oturdu. Tahran yönetimi nükleer faaliyetlerinin barışçıl olduğunu savunsa da, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) başta olmak üzere birçok ülke bu açıklamaya şüpheyle yaklaşıyor. Son gelişmelerin ardından ABD ve İran yetkilileri, Maskat'ta dolaylı görüşmelere başladı.
İran, nükleer programının sadece sivil amaçlı olduğunu açıklasa da 2002'de gizli nükleer tesislerinin ortaya çıkması, uluslararası toplumda ciddi güven kaybına neden oldu. Bu durum, İran'ın da taraf olduğu Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması'na (NPT) aykırı olarak değerlendiriliyor.
NPT, ülkelere nükleer teknolojiyi yalnızca tıp, tarım ve enerji gibi alanlarda kullanma izni veriyor. Ancak İran'ın faaliyetleri, silah üretimine yönelik olduğu şüphesini doğuruyor.
ABD'nin 2018’de nükleer anlaşmadan çekilmesi sonrası İran, anlaşmadaki taahhütlerini ihlal ederek uranyum zenginleştirme faaliyetlerine hız verdi. Mart 2025'te UAEA, İran'ın %60 saflıkta yaklaşık 275 kilogram uranyuma sahip olduğunu açıkladı.
JCPOA anlaşmasına göre bu oran yalnızca %3,67 olmalıydı. Uzmanlara göre İran, bu uranyumu zenginleştirmeye devam ederse, yaklaşık altı nükleer bomba için yeterli malzeme üretebilir. ABD yetkilileri, İran’ın bir bomba için gerekli malzemeyi bir haftada hazırlayabileceğini belirtiyor. Ancak silah haline getirme sürecinin 6 ay ile 18 ay arasında sürebileceği ifade ediliyor.
2010'dan itibaren ABD, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler, İran'a kapsamlı ekonomik yaptırımlar uyguladı. İran'ın nükleer programı nedeniyle uygulanan bu yaptırımlar, ülkenin ekonomisini ciddi şekilde etkiledi.
2015'te İran ile ABD, Çin, Fransa, Rusya, Almanya ve İngiltere arasında imzalanan nükleer anlaşma (JCPOA), UAEA’nın İran’daki tesislere denetim yapmasına izin veriyor ve karşılığında yaptırımların kaldırılmasını öngörüyordu.
Donald Trump 2018’de anlaşmadan çekildiğini açıkladı. Gerekçe olarak anlaşmanın geçici olmasını ve balistik füze programını kapsamamasını gösterdi. “Azami baskı” politikası kapsamında ABD, İran’a yeniden yaptırımlar uyguladı.
ABD, İran'ın nükleer programının tamamen ortadan kaldırılmasını ve daha geniş kapsamlı bir anlaşma yapılmasını hedefliyor. Trump yönetimi, İran’ın sadece uranyum zenginleştirmeyi değil, aynı zamanda balistik füze programını da sona erdirmesini istiyor.
İsrail ise İran’ın nükleer altyapısının tamamen sökülmesini savunuyor. Başbakan Benjamin Netanyahu, İran’ın nükleer programının yalnızca tamamen ortadan kaldırılması durumunda bir anlaşmanın kabul edilebilir olduğunu belirtiyor. İsrail, aksi hâlde tesislerin ABD gözetiminde imha edilmesini öneriyor.
ABD ve İsrail, İran'ın nükleer altyapısını hedef alabilecek askeri kapasiteye sahip. Ancak bu tür bir operasyonun karmaşık ve riskli olduğu değerlendiriliyor. İran’ın nükleer tesislerinin çoğu yerin derinliklerine gömülü ve sadece sığınak delici bombalarla vurulabiliyor.
ABD bu tür silahlara sahip olsa da, İsrail’in elinde bulunup bulunmadığı bilinmiyor. Olası bir saldırıda İran’ın misilleme yapması, bölgedeki ABD üslerini ve İsrail’i hedef alması muhtemel. Katar gibi ülkelerin, misilleme korkusuyla ABD’ye destek vermeyebileceği de değerlendiriliyor.