2025'in son çeyreğine girerken, piyasalar beklentiyle gerçeklik arasında giderek açılan bir makasla yüz yüze. Yılın ilk üç çeyreği; jeopolitik gerilimler, merkez bankaların netlikten uzak sinyalleri, ticaret savaşları ve teknoloji odaklı ralliyle geçti. İlk çeyrekte "yumuşak iniş" anlatısını fiyatlayan piyasalar, ikinci çeyrekle birlikte sürpriz enflasyon verileri ve istihdam direnci nedeniyle bu anlatıdan uzaklaştı. Üçüncü çeyrekte ise merkez bankalarının daha temkinli, veriye bağlı bir tutum benimsemesi dikkat çekti. Bu arka plan, Ekim ayının "bekleyiş" ve "pozisyon yeniden dengeleme" ayı olmasına zemin hazırlıyor.
FED, ECB ve BoE gibi kilit aktörler, enflasyonda hedefe yaklaşıldığını belirtse de faiz indirimine dair somut adımlar için aceleci davranmıyor. Bu durum, özellikle hisse senedi ve tahvil piyasalarında fiyatlamalarla söylem arasında bir uyumsuzluk yaratıyor. Swap piyasalarında 2026 öncesi çoklu faiz indirimi beklentileri fiyatlanmaya başlarken, merkez bankalarının veriye bağlı duruşu bu beklentilerin üzerinde bir sis perdesi oluşturuyor.
Emtia cephesindeyse gözler bakırda. Endonezya’daki Grasberg madeninde yaşanan arz aksaması, zaten sıkı olan bakır arz-talep dengesini daha da bozmuş durumda. Bakır, yalnızca bir sanayi metali değil; elektrikli araç, şebeke altyapıları ve yapay zekâ donanımları için kritik bir kaynak. Bu nedenle arz taraflı bu şok, fiyatlar üzerinde hem yapısal hem de spekülatif baskı yaratıyor. Bu durum, piyasa katılımcıları için klasik emtia risklerinden farklı olarak, tematik bir pozisyon alma alanı anlamına da geliyor. Aynı zamanda, petrol ve doğalgaz gibi enerji emtialarında da arz kısıntılarının fiyat oynaklığını tetiklediği bir periyoda girildi. Hatırlatmamız gerekirse, ekim ayı ABD’de rafinerilerin bakım dönemine girmesi ile birlikte marjların en sığ seyrettiği aydır. Altın ise, jeopolitik risklerin yeniden gündeme gelmesiyle portföy koruma aracı olarak yılbaşından bu yana dolar karşısında yaklaşık %40 getiri kaydetti.
Diğer yandan, ABD kredi piyasalarından gelen sinyaller rahatsız edici. Zayıf bilançolu şirketlerin iflasları artarken, "BBB altı" seviyesindeki tahvillerde getiri primleri arasındaki makas yeniden açılmaya başladı. Bu, sadece mikro risk değil; aynı zamanda sistemik algıyı da etkiliyor. 2020 sonrası likidite bolluğuyla ayakta kalan bazı şirketler, bugün daralan kredi şartlarıyla karşı karşıya. Küresel borcun da ikinci çeyrekte yaklaşık 338 trilyon dolarlık rekor bir seviyeye ulaştığını belirtelim. Bu, bankacılık sektöründen çok, alternatif finans kanalı olan tahvil piyasasını sarsma ihtimaline sahip. Özellikle çözülen CLO yapıları ve artan temerrüt oranları, 2026 için sistematik bir stres testi niteliği taşıyor.
Son olarak, volatilite kavramını yeniden tanımladığımız bir dönemdeyiz. VIX ve MOVE endeksleri tarihsel ortalamaların altında seyretse de bu görece sakinlik temsili bir yanılsama olabilir. Jeopolitik belirsizlikler, enerji fiyatlarındaki oynaklık ve teknoloji hisselerindeki yoğun konsantrasyon, portföylerde daha farklı bir alokasyon gerektiriyor. Hedge stratejileri, klasik varlık dağılımından çıkarak opsiyon ve likit hedge fon enstrümanlarına kaymış durumda. Aynı zamanda, uzun/short stratejiler, volatilite endeksine dayalı ETF pozisyonlanmaları ve risk parite modellemeleri de yeniden değer kazanmaya başladı. Sabit getirili portföylerde ise duration (vade duyarlılığı) ayarı ve kredi kalitesi bazlı segmentasyon öne çıkıyor.
Ekim ayı, yıl sonu pozisyonlanması için kritik bir dönem olarak belirtilebilir. Faiz patikasındaki belirsizlik, emtia piyasalarındaki arz şokları, kredi kanallarındaki tıkanma ve gözle görülmeyen ama hissedilen volatilite baskısı; bu dönemin ana risk setini oluşturuyor. İyimserlik, ancak tedbirle dengelenirse anlamlı. Bu tablo, bekleyişi yönetmek için risk ölçülerinin yeniden ayarlanmasını; uzun vadeli perspektifle kısa vadeli dalgalanma arasında bir denge kurulmasını yeni bir sonbahara merhaba derken yeniden hatırlatıyor.