Enerji piyasalarında Rusya’ya karşı sertleşen yaptırımlar sadece diplomatik bir mesaj değil; aynı zamanda küresel arz güvenliğine doğrudan bir müdahale. ABD’de başlayan kredi daralması sinyalleri, Avrupa bankalarında da kredi standartlarının sıkılaştığı anket sonuçlarıyla karşılık buluyor. Özellikle ABD doları finansmanına bağımlı bankalarda ve ticaret firmalarına yoğun kredi veren kurumlarda döviz ve alacak riski artmış durumda. Bu durum likiditeye dair soruları yeniden gün yüzüne çıkarıyor. Bir diğer gündem ise Johannesburg'da sahneye hazırlanan G-20 zirvesi, gelişmekte olan ülkelerin küresel denklemde daha görünür roller talep ettiğini açıkça gösteriyor. Ve nihayet, IMF’nin küresel büyüme revizyonu- istatistik gibi görünse de- bir beklenti değişiminin habercisi. Tüm bu gelişmeler eşliğinde Kasım ayı, bu dinamiklerin görünür hale geldiği kritik bir dönem olabilir.
Ekim ayında ABD ve AB tarafından devreye alınan yeni yaptırım dalgası, Rus enerji devi Rosneft’in belirli ticaret ve finansal işlemlerini hedef aldı. Aynı pakette, Lukoil ve bağlı kuruluşlara yönelik yatırım yasakları ve rafinaj teknolojisi kısıtlamaları da bulunuyor. Bu gelişmeler, enerji piyasasında kısa vadeli arz şoklarının habercisi olarak okunuyor. Petrol fiyatları, yaptırımların açıklanmasının ardından Asya piyasalarında 7 dolar artış gösterdi. Çin ve Hindistan gibi büyük ithalatçılar, Rusya’dan indirimli enerji tedarikini sürdürmek için alternatif ödeme ve nakliye kanalları oluşturma çabasında. Bu da bölgesel enerji ticaretinde yeni bir sistemin sinyallerini veriyor. Kasım ayı itibarıyla petrol fiyatlarında süregelen yukarı yönlü baskı, gelişmekte olan ülkelerde ithalat maliyetlerini artırırken, Avrupa ve Japonya gibi enerji bağımlı ekonomilerde resesyon riskini yeniden masaya getirebilir. Aynı zamanda yeşil enerji yatırımlarının hızlanması için yeni bir itici güç olabilir.
Ekim 2025’te ABD’de bölgesel bankalar kaynaklı kredi daralması sinyalleri, Mart 2023’te yaşanan banka krizinden bu yana görülen en ciddi güven sarsıntılarından birini tetikledi. Faiz oranlarının yüksek kalmaya devam etmesiyle birlikte, özellikle ticari gayrimenkul teminatlı kredilerde geri dönüş riskinin artması ve bankaların kredi verme iştahının zayıflaması finansal sistem üzerinde baskı oluşturdu. ABD Hazine'sinin yoğun bono ihracı yoluyla piyasadan likidite çekmesi, sermaye maliyetlerini yukarı yönlü zorladı. Ancak bu ortamda, ABD 10 yıllık tahvil getirileri Eylül sonunda test ettiği %4,16 seviyesinden geri çekilerek %4,00 altına geriledi. Bu teknik hareket, piyasaların defansif pozisyonlara yöneldiğini ve risk algısında artış olduğunu ortaya koyuyor. Aynı dönemde VIX endeksinde yükseliş ve gelişmiş ülke tahvil talebinde artış dikkat çekti. Avrupa bankalarında CDS primlerinin artmasıyla birlikte, riskin yayılma etkisi daha görünür hale geldi. Kasım ayı itibariyle kritik soru şu: Bu gelişmeler, geçici bir stres dalgası mı, yoksa finansal sistemin kredi üretme kapasitesini kalıcı olarak zayıflatacak yapısal bir likidite krizinin habercisi mi? Eğer ikincisi doğruysa, 2026’ya uzanan dönemde gelişen piyasalarda daha sert fiyatlamalar yaşanabilir.
Güney Afrika’da yapılacak 2025 G-20 Zirvesi, bugüne dek göz ardı edilen bir dönüşümü görünür kılacak: Küresel ekonomi artık sadece G7’nin yönettiği bir yapı değil. Afrika, Güneydoğu Asya ve Güney Amerika gibi bölgeler hem doğal kaynak hem de tüketici pazarı olarak jeoekonomik sahnede daha fazla yer kaplıyor. BRICS+ genişlemesi, yerel para birimleriyle ticaret girişimleri, dijital merkez bankası paraları (CBDC) ve altyapı finansmanı zirvenin odak noktaları arasında. Bu konular, yalnızca devletlerarası ilişkileri değil, özel sektör yatırımlarını da etkileme potansiyeline sahip. Kasım ayı boyunca bu zirveden çıkacak mesajlar, yatırımcıların gelişmekte olan ülkelere yönelik risk iştahını yeniden şekillendirebilir. Özellikle yeşil altyapı, madenler, fintech ve lojistik sektörlerinde pozisyonlanan şirketler radar altında olacak.
IMF’nin Ekim 2025’te yayımladığı World Economic Outlook raporu, küresel büyüme beklentisini 2025 için %3,2, 2026 için %3,1 seviyesinde öngörüyor. Bu oranlar Nisan 2025 raporuna kıyasla teknik olarak yukarı yönlü bir güncelleme gibi görünse de IMF’nin rapor dili temkinli ve baskı altında bir büyüme senaryosuna işaret ediyor. Raporda, sıkı para politikalarının özellikle özel sektör yatırımları ve iç talep üzerinde beklenenden daha kalıcı bir etkisi olduğu vurgulanıyor. ABD’de tüketim tarafında yavaşlama sinyalleri öne çıkarken, Avrupa’da durgunluk ihtimali ciddi şekilde masada. Çin ekonomisinde ise yılbaşından bu yana görünürlüğü artan yapısal riskler büyümenin dengesini bozuyor. IMF’nin değerlendirmesi, bu üç büyük ekonomik blokun senkronize bir zayıflama sürecine girdiğine dikkat çekiyor. Kasım ayı itibariyle bu revizyonların etkisiyle piyasalarda temkinli fiyatlama eğilimi artabilir. Teknoloji, savunma, sağlık ve altyapı gibi defansif sektörler dışında genel bir riskten kaçış moduna girilmesi olası. Enerji, tüketim ve finansal hisselerde daha seçici bir tutum benimsenebilir. Özellikle gelişmekte olan piyasaların büyüme beklentileriyle ilgili algı Kasım'da test edilecek. Bu tablo merkez bankaları üzerindeki baskıyı da artırıyor. Kasım ayındaki açıklamalar ve tutanaklar, faizlerin 2026’da ne kadar daha yüksek kalacağına dair ipuçları içerecek. Bu da tüm varlık sınıflarında yeniden konumlanmaya neden olabilir. Küresel ekonomi hala büyüyor, evet. Ancak bu büyüme kırılgan, asimetrik ve dirençten geçiyor. Veriler, açıklamalar ve piyasa tepkileri farklı kaynaklardan gelse de aynı yönü işaret ediyor: Küresel ekonomi yeni bir stres testine hazırlanıyor.